Eser Sıra Numarası: 230214eser15
ARMUT DİYORUM
İrkilerek uyandım bu sabah. Aralık kalmış
pencereden iri yağmur damlaları süzülüyordu içeri. Kalkıp pencereyi kapattım.
Perdeyi çekerken güneşin henüz doğmadığını fark ettim. Saate baktım epey
erkendi. Açlık da hissetmiyordum. Zaten son zamanlarda pek yemek yiyemiyordum.
Üzerimi giyinip evden çıktım. Arabamı açmak için kartı yokladım. Ama unuttuğumu
fark ettim. Aslında iyi olmuştu yürümek için bir bahane çıkmıştı.
Yeşil
bir kurdele gibi engin denizi şehrin göbeğinde tutan uzun parkta yürüyordum
şimdi. Ağır adımlarla haşin dalgaların
yumuşattığı büyük kayaların üstüne çıkıyorum sonra. İnsan bu dalgaların sesleri arasında bile
yalnızlığı iliklerine kadar hissediyor.
İnsan geleceği düşündükçe yalnızlaşıyor ya da gelecek düşüncesi
yalnızlaştırıyor insanı. Gelecek!...
Nasıl bir gelecek? Çocukken insan özlemle bu günlerin hayalini kuruyor. Gelecek birçoğumuz için tıpkı İstanbul gibi.
Geleceğin dünyası; dışarıdan baktığımızda ışıl ışıl ama bir o kadar yorgun,
bezgin. Otogar gibi vedalara -ölümlere- alışık,
ama hala dimdik ayakta umutla. Birileri adalete
yoldaşken, birilerinin güce yandaş olduğu bir gelecek. Kulakların, sağır
önyargıların kalın duvarlar ördüğü bir dünya. Sanayi dumanları; acımasızca kirletirken dünyamızı, sis içinde
bırakırken geleceğimizi, düşünce yetimizi de buharlaştırmış dumanlarının
arasına alarak. 'Kazanmayı zevk edinmiş zalimler" tarafından
kullanılan düşüncelerimiz; geleceğimizi kazanabilecekken kaybetmemize neden
oluyor. Paraya
tapanlar ve egosu yüksek olanlar cehaletin bitmemesini hatta çoğalmasını
isterler. Sistem, bu düşünce yapısı üzerinde ilerler. Cahil yani saf olan, cehaletinin
farkında değildir. Derin uyku ilacı ideolojik saplantıları, enjekte ederler bilinçaltlarına ve neye inanmaları isteniyorsa ona
inandırılırlar; kemikleşir o inanış, kim
olursan ol kıramazsın o kemiği; bu daima böyleydi ve hala böyle. Belki de en
büyük saflığımız sadece refaha kavuşmak isteyip tüm insanlığın hayatını
yükseltmek için çalışmamamızdır. Peki ya insanların cehalet içinde yüzdüğü bir
gelecek aynı zamanda kör bir gelecekse?
Kör, sağır ve dilsiz bir yığın…Küçücük ve aç çocukların çöp poşetlerini açmaya çalışırken ki gözyaşlarını, ninniler yerine makine takırtılarıyla büyüdüğünü göremeyen, mermi kovanlarından misket oynayan çocukların sıcacık kahkahalarını duyamayan ve kupkuru dudaklarından dökülen özgürlük türkülerini onlarla beraber söyleyemeyecek kadar dilsiz bir yığın… Daima devletin sınırları içinde yaşamaya çalışıyor, fakat sınırlar içindeki düşünce ve vicdanı genişletmeyi düşünmüyoruz. İnsanlığımızı; yukarı katları geniş pencereli ve bol havalı, aşağı ve bodrum katları karanlık ve rutubetli bir şatoya hapsediyoruz. Hükümetlerin değil, hüküm giymemiş zalimlerin" yönettiği bir gelecek. Muslukların ve yolların bozuk olduğunu fark eden ama insanların bozuk olduğunu fark etmeyen bir dünya.
Acımasız kalem sahiplerinin, çılgın sevgiler ve şuursuz kinleri kullanarak haksızca elde ettikleri zaferlerden kurulu bir gelecek. İnsanların simit ve mendil yerine dostlarını sattığı bir gelecek. Küçükken bir tatlı gülümseme için şeker esirgemeyen bakkal amcanın yerini sürekli tüketen, her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin kıymetini bilmeyen insanların aldığı bir gelecek. İzimlerin idrakimize taktığı prangalardan ilerleyemeyen ve takılıp düşen bir gelecek. Yaşamın uzun, emeklerin ucuz, hayallerin ise rüyalarda görmek için kurulduğu bir gelecek. Hâlbuki hayallerin rüyalarda kalması ne acı! Hayallerin vergisi bile yok.
Hayal kurmak için gökleri parsellemeye de gerek yok, insanlığımızı satmayalım yeter.Dünyanın duvarlarla bölünmediği, düşüncenin korkusuzca söylenebildiği, insanların sorumluluk yüklediği için düşünmekten, dünyaya iyi bir şey vermediği için ölmekten, eleştirileceği için konuşmaktan, sevgi duvarlarının ön yargı duvarlarından güçlü olduğunu görerek sevmekten korkmadığı; bir avuç menfaat için haysiyetini satmadığı; tıpkı insanlar gibi aç devletlerin, karınlarını doyuran petrol için başkalarının kuklası olmadığı, paranın savaşın aracı olunca bol, fakiri doyurmaya gelince ipe serilmediği, etniğin emekten üstün olmadığı ve kavganın kardeşlikten daha önemli olmadığı bir gelecek.Gelecek, İstanbul gibi…Bir yakası umutlardan kurulu, bir yakası duygusuzluktan yıkılı.Gülmek, kahkaha atmak değil miydi gelecek?Basit bir tebessümün ötesinde tuhaf bakışlara maruz kalıyorken; kahkaha atmak cesaret istiyor doğrusu şimdilerde.
Kör, sağır ve dilsiz bir yığın…Küçücük ve aç çocukların çöp poşetlerini açmaya çalışırken ki gözyaşlarını, ninniler yerine makine takırtılarıyla büyüdüğünü göremeyen, mermi kovanlarından misket oynayan çocukların sıcacık kahkahalarını duyamayan ve kupkuru dudaklarından dökülen özgürlük türkülerini onlarla beraber söyleyemeyecek kadar dilsiz bir yığın… Daima devletin sınırları içinde yaşamaya çalışıyor, fakat sınırlar içindeki düşünce ve vicdanı genişletmeyi düşünmüyoruz. İnsanlığımızı; yukarı katları geniş pencereli ve bol havalı, aşağı ve bodrum katları karanlık ve rutubetli bir şatoya hapsediyoruz. Hükümetlerin değil, hüküm giymemiş zalimlerin" yönettiği bir gelecek. Muslukların ve yolların bozuk olduğunu fark eden ama insanların bozuk olduğunu fark etmeyen bir dünya.
Acımasız kalem sahiplerinin, çılgın sevgiler ve şuursuz kinleri kullanarak haksızca elde ettikleri zaferlerden kurulu bir gelecek. İnsanların simit ve mendil yerine dostlarını sattığı bir gelecek. Küçükken bir tatlı gülümseme için şeker esirgemeyen bakkal amcanın yerini sürekli tüketen, her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin kıymetini bilmeyen insanların aldığı bir gelecek. İzimlerin idrakimize taktığı prangalardan ilerleyemeyen ve takılıp düşen bir gelecek. Yaşamın uzun, emeklerin ucuz, hayallerin ise rüyalarda görmek için kurulduğu bir gelecek. Hâlbuki hayallerin rüyalarda kalması ne acı! Hayallerin vergisi bile yok.
Hayal kurmak için gökleri parsellemeye de gerek yok, insanlığımızı satmayalım yeter.Dünyanın duvarlarla bölünmediği, düşüncenin korkusuzca söylenebildiği, insanların sorumluluk yüklediği için düşünmekten, dünyaya iyi bir şey vermediği için ölmekten, eleştirileceği için konuşmaktan, sevgi duvarlarının ön yargı duvarlarından güçlü olduğunu görerek sevmekten korkmadığı; bir avuç menfaat için haysiyetini satmadığı; tıpkı insanlar gibi aç devletlerin, karınlarını doyuran petrol için başkalarının kuklası olmadığı, paranın savaşın aracı olunca bol, fakiri doyurmaya gelince ipe serilmediği, etniğin emekten üstün olmadığı ve kavganın kardeşlikten daha önemli olmadığı bir gelecek.Gelecek, İstanbul gibi…Bir yakası umutlardan kurulu, bir yakası duygusuzluktan yıkılı.Gülmek, kahkaha atmak değil miydi gelecek?Basit bir tebessümün ötesinde tuhaf bakışlara maruz kalıyorken; kahkaha atmak cesaret istiyor doğrusu şimdilerde.
Gelecek;lüks evler, pahalı
arabalar, menfaat peşinde harcanan zamanlar
karşılığında alacaksa benden umutlarımı; ailemi, sevdiklerimi,
düşüncelerimi, gerçek dostlarımı, kahkahalarımı,sevgimi,sevenlerimi,
özgürlüğümü, hapsedecekse sisli bir sanayi
dünyasına...
Gelecek, ısrarla git! Söz veriyorum, asla
küçük bir çocuk sevinciyle ‘elma!" demem..önceki eser / sonraki eser