Eser Sıra Numarası: 190214eser12
BİR RESSAMIN GÖZÜNDEN DÜŞÜNÜRKEN GELECEĞİ
İnsan yaşamı, sonunu bir türlü bulamadığımız bir labirentte yürümek gibidir.Karanlık
ve nemli duvarların arasında karşımıza neyin ne zaman çıkacağını bilemediğimiz
kasvetli bir labirent…Bazen git gide daralır yolları, bazen bir sel alıp götürür umutları, bazen de boğar insanı. Ardından tekrar umut
aşılar insanlara, karanlık yollar aydınlanır bir anda. Yaşam böyledir işte.
Gökkuşağını göstermeden önce yağmurla ıslatır seni. Düşe kalka tanıtır kendini
ve omuzlarına yüklediği baskıyı, korkuyu, kaygıyı;azaltıp
çoğaltır gün be gün …
Çocukken düşünmezdim geleceği. Günümün keyfini
çıkarırdım, yarını düşünmeden, hiç hesaplamadan.O gün yapılmış olan her şey
kardı benim için. Ama büyüdükçe, zaman masum düşüncelerimi de alıp götürdü
benden. Artık bir günlük ömrü olan kelebek değildim. Geleceğim vardı. Sonunu
kestiremediğim, belirsiz bir yaşamım vardı. Hayatım kaygılarla dolup taşmaya
başlamıştı.
Ben çoğu zaman duygularımı bir tuvale akıtarak
sererim gözler önüne. Geleceği çizmek isteseydim elime bir tuval alıp her
tarafını siyaha boyardım. Hayatın karanlık bir yer olduğunu anlatmak için.
Sonra fırçayı savura savura kırmızı boya saçardım tuvalin her yanına, benek
benek. Ölümü anlatmak için. Ve her kırmızı benek çevresini en güzel renklerle
doldururdum. Hâlâ yaşadığımızı ve kalbimizde hissettiğimiz tüm güzel duyguları
belirtmek için. En son olarak da gri bir çerçeve yapardım. İçimizdeki
karamsarlığın hayatın her köşesinde olduğunu anlatmak için. Basit bir resim
olurdu; ama duygularımı anlatacak kadar da karmaşık bir görüntüsü olurdu…
Peki, ne oldu da benim resimlerimin renkleri,
şekilleri değişti gün geçtikçe? Zaman çok hızlı geçiyor. Bazen en mutlu anlarım
sanki hiç yaşanmamış gibi gelebiliyor. Zamanı geri döndürmek ya da zamanda bir
yolculuk mümkün olsaydı kaygılarım başlamadan önceki yaşamıma, yani çocukluğuma dönmeyi çok isterdim.
Saatlerce uğraşıp bir türlü bitiremediğim resimlerimin yanında olmak isterdim.
Büyük bir özenle çizdiğim rengârenk boyadığım çirkin; ama bir o kadar da
sevimli resimlerimin yanında... Denizlerde gülümseyen balıklar, gökyüzünün
pırlantaları yıldızlar, mutlu bir kız çocuğunun elindeki şekerlemeler ve güzel
ailem… Hepsi için yetecek boyam ve kâğıdım vardı, ne oldu da onları terk
edebildim? Zaman benden renklerimi mi çaldı da artık tüm resimlerim siyaha
büründü? Söyleyin bana resimlerim kimin yasını tutuyor? Ölen çocukluğumun mu?
Evet, çocukluğumu kaybettim. Her geçen yıl daha da geliştim. Gözlerim aynıydı
ama onlar hayata farklı bakıyordu. Küçük pembe gözlüklerin arkasından değil de
numaralı bir gözlüğün arkasından bakıyorlardı artık hayata. Üzerime düşen
sorumluluk günden güne artıyor yavaş yavaş olgunlaşmaya başlıyordum. Küçük bir
fidan iken dallanıp budaklanıyordum. İleride meyve vermeyi bekliyordum. Kimisi
tatlı, kimisi ekşi, kimisi de acı meyvelerimi… Hayatı soran ve sorgulayan
gözlerim çok da güzel şeyler görmüyordu.
İlk gelecek kaygım dedemi kaybettiğimde başladı. O
zaman çok küçüktüm, bilemedim ölümün geri dönüşü olmadığını. Nerden bilebilirdim ki değer verdiğim
kişilerin bir gün elimden uçup gideceğini. İşte o günden beri annemin o tatlı
sesiyle uyanmak, uyandığımda da babamın horlamasını duymak benim için huzur
demekti. Bu sesler onların hala yanımda olduğunun kanıtıydı çünkü. Onları
geleceğimde arayıp da bulamamak benim en büyük kaygım. Bu hayatın omuzlarıma
yüklediği en ağır yük ki bazen o anın düşüncesi bile ruhen çökmeme neden
olabiliyor. Bir günün yirmi dört saat olduğunu herkes bilebilir; ama bir ömrün
kaç saat olabileceği tartışılır bir gerçek. Ailenizden sevdiklerinizden
uzaklaşmak, bu dünyadaki varlığınızın anılarda saklı kalacağı düşüncesi benim
için acımasız bir gerçekten başka bir şey değil. Yaşamın
doğal seyri içindeki bu ölümler bile insanı üzerken, ya hiç hak etmediği halde
ölen insanlar, hele çocuklar. Bir toplu katliamda öldürülen çocuklar… Savaşlar…
Sıcak çatışmalar... Zorla çalıştırılan çocuklar… Ya çocuk gelinler? Hani
dünyayı çocuklara bırakmışlardı. Geleceğimizden endişeliyim ben. Bunlar içimi
kanatıyor benim. Dolayısıyla çizdiğim resmi de…
Geçmişten bu zamana kadar insanoğlunun yaşamında
birçok değişiklik oldu. İnsanlar hayatı kolaylaştırmanın yollarını aramaya, yaşamlarını sorgulamaya ve hayatı anlamaya çalıştılar.
Hayatı güzelleştirecek yenilik arayışına girdiler. Masmavi denizleri
balıklardan kıskandılar. Gemiyi bulup okyanuslar arasında sonsuzluğa yolculuk ettiler.
Gökyüzünü kuşlardan kıskandılar. Bir kuş olup uzaklara gitmek istediler.
Çiçekleri kıskandılar. Onlar kadar güzel kokmak istediler. Başlı başına doğayı kıskandılar.
Bir ressam gibi eserlerinde doğadan ilham aldılar. Tabiatın göz kamaştıran
güzelliğinden doğallığından, içinde barındırdığı tüm canlılardan…
Zaman
geçtikçe inanılmaz derecede geliştik. Bu gelişmenin sahip olduğumuz bu
güzelliklerin büyüsü altındaydık hepimiz. Peki ya sonra? Sonra ne oldu? Tabiat
bize küstü. Bazı hayvanların nesli tükendi. Ozon tabakasının delinmesiyle
mevsimler yer değiştirdi. Yaz kışa baskın geldi. Nerede o güzelim karlar,
çocukların neşeli haykırışlarıyla yaptığı havuç burunlu kardan adamlar...
Teknolojinin hayatımızdaki yerini elbette küçümseyemem. Fakat elimizdeki bu
güzellikleri kaybetmeden gelişmeyi başarabilseydik hayat çok daha güzel olurdu.
Geçmişte bu kadar çok teknoloji yoktu; ama tertemiz denizlerimiz mis gibi kokan
çiçeklerimiz vardı. İnsanlar arasında karşılıklı bir iletişim vardı. Şimdi ise
kare bir kutu etrafında gelişen bir iletişim ve bunun etkisinde kalan birçok
insan var. Hayatımızdaki değişimle artan rekabet ve hırs düşüncesiyle dolup
taşan kalpler var.
Gelecek bize uzak değil, sandığımızdan daha yakın. Ya
doğayı tamamen kaybedersek, hassas terazinin dengesini bozarsak. Biz ne için
çabalıyoruz? İleride kuraklıkla beraber gelen susuz ve mutsuz bir dünya için
mi? Gelecek bizim için ne planlıyor bilemeyiz; ama hangi sona nasıl
ulaşacağımıza biz karar verebiliriz. Bu masmavi huzur dolu gökyüzünü bir daha
böylesine güzel görmek istemez misiniz? Gelecekte neyin var olup olmayacağını
bilemeyiz hatta geleceğimizin olup olmadığını da; ama bir konu üzerinde
kaygılanmamız gerekiyorsa bu dünyanın nasıl bir hal aldığıyla ilgili olmalıdır.
Bitkiler havamızı temizler, bazı hayvanlar bitkileri yer, bazıları da bu
hayvanları yer. Hepsi bir denge. Bu hayvanların birinden biri zarar görse denge
alt üst olur. Hepimiz bozuk bir terazide denge arar hale geliriz. Gelecek
hepimiz için hazır, peki biz hazır mıyız?
Yaşam benim için başlı başına bir kaygıdır.
Hayattaki çok ufak bir şey için bile bir kaygım var. Bu durumun güzel bir yaşam
sürmek istememden kaynaklandığını biliyorum. Ve kaygısız yaşamanın hayata
hiçbir anlam katmayacağını da biliyorum.
Aslına bakarsanız beni mutlu eden de
üzen de yaşamdaki kaygılarım. Daha önce de belirttiğim gibi tablomun her
köşesinde kaygım var; ama içinde mutluluğu barındıran renklerim de var. Şu
güzelim dünyada hiçbir şey kalıcı değil dertlerimiz bile. Bu yüzden dertlerim
için kaygılanmayı az da olsa terk ettim. Çünkü zaman en iyi ilaç. Aynı zamanda
en iyi yazar. Her zaman mükemmel sonu yazar. Küçük kitabında herkesin hayatına
küçük sürprizler koyar. Sayfalarına mutluluğu hüznü damla damla akıtır.
Karakterlerine kaygıyı da yaşatır, kaygılardan sonra gelen mutluluğu da.
Söylediğim gibi zaman iyi bir yazar. Yeter ki kitabın sonunu iyi getirebilecek ufak
bir katkımız olsun…